31 Aralık 2011 Cumartesi

Yeni Yıl Mesajı

Herkesin Yeni Yılı Kutlu Olsun :)
Mutlu Yıllar.
Happy New Years.

28 Aralık 2011 Çarşamba

Sesimi duymuyor musun?

Yaratılanı severiz yaratandan ötürü. Fakat yaratılan kendini kaybetmişse ne yaparız? Hiç bir şey yapmadan uzaklaşmak gerekir. İşte aynen öyle oldu dün.

Bir insanı anlamak için bazen onu saatlerce dinleriz. Bir insanı sevmek için bir neden aramayız bazen sadece severiz. Neden olduğunu bilemeden. D.N. (24) iki üç gün önce bunalımdayım, depresyona giriyorum, kararsızım neler oluyor derken "Seni özledim" diye çıkı verdi karşıma. Bir hafta geçmedi belki. Ondan önceki hafta çocukluk sevgilisi ile birlikte olmuştu. Artık onunla devam edeceğini ve hayatından beni çıkarttığını söyledi. Ayrıca onunla beni kıyaslayıp bak o böyle, o şöyle, görüyor musun ne kadar süper bir adam deyip durdu. Anlam veremediğim insanların bu denli değişken ve yüzsüz olmasıydı. Belki de sadece onunla sevişmek istiyordu. Tadına bakmak. Çünkü giderken "Evet onunla sevişeceğiz" demişti. Bir heves veya bir heyecandı belki de. Dün tartıştık yine bunca şeye rağmen onunla konuşmam yanlıştı. Çünkü İstanbul'a gittiği zaman film kopmuştu zaten. Ayrıca bir insanın suratına tekrar bakacaksan eğer ona küfür etmeyeceksin. 

İnsan bazen değişik hallere bürünebilir. Sevgili olursun, adam sevgili olarak iyi değildir ama insan olarak iyi bir insandır. Hani olmaz ya sonra arkadaş olursun çok iyi anlaşırsın. Ama bu öyle bir şey de değil. İnsan kendi yaptıklarını neden arkasına saklamak ister ki? Yani sen mükemmel bir insandın da biz mi öküzdük :) Kendince benden öç almak istedi belki de. Ama ben öç alınacak biri değilim ki. Hep hak etmediğini düşünür. Ben neler neler yaptım da bunu mu hak ettim diye. Evet hak ettin. Çünkü sen kendini masum masallar da geçen peri kızı gibi görüyorsun. Aslında öyle biri değilsin. Şirinliğin ve sevecenliğin insanların seni sevmesi için. İçinden gelen bir şey değil. Sevmeyi bilmiyorsun çünkü her şey de çıkar arıyorsun. Karşılıksız olarak yaptığın şeyleri de hiç utanmadan kalkıp ben bunu bunu yaptım diyebiliyorsun. Ayrıca ağzın da çok bozuk. Yüzün var her şeye rağmen. 
"İnsanlar seni neden seviyor" diyor. Bu çok saçma bir soru değil mi? İki sevgilinin bir birine sorduğu gibi "Beni neden seviyorsun?" Birilerinin beni sevmesi için onlarla her gün aramı iyi mi tutmam lazım. Veya onlara hediyeler mi almam lazım. Veya beni sevsinler diye bir şeyler mi yapmam gerekiyor. Ne kadar saçma bir ruh hali bu. 
Gerçekten bu zamana kadar insanların, insan olduğu için değer verildiğine inandım. Bunun dışındaki sıfatlar değişkendir. D.N. (24) de öyleydi. Ben sustukça ben insanı sevmeliyim dedikçe o daha çok üzerime geldi. Eskiler den bahsetmek çok mu hoşuna gidiyor anlamıyorum. Didik didik etmek birbirini suçlamak ve ona karşı kinle nefretle dolmak çok mu hoş bir şey. Üç günlük dünyada adam gibi yaşamak varken. Çok mu zamanımız var sanki. En fazla 80 yıl. 

Ben çalışan bir insanım. Benim belli bir rutinim var herkes gibi. Yapmakla yükümlü olduğum, zorunda olduğum şeyler var. Kendisinin olmayabilir çünkü kendi iş yerleri var. İstediği zaman istediği gibi izin alıp istediği yere istediği kadar gidebiliyor. Fakat herkes den de aynı şeyi bekliyor. Şöyle saçma bir karşılaştırma yapıyor. "Ben mi? iş mi?" "Ben mi? ailen mi?" Ben mi ? "Yoksa seni sen yapan özellikler mi?". Kendini hep bir şeylerin üzerinde tutmaya çalışıyor. Bunu da şundan dolayı istiyor. Bu yaşına kadar yaşadığı her durumdan kovulmuş. Atılmış, itilmiş, tartaklanmış, yıpratılmış. İstiyor ki beni seven adam beni her şey den önce kılsın. Böyle bir şey yok. Hiç kimse bunu yapamaz. Çünkü herkesin dünyasın da yapması gereken işler, bakması gereken bir ailesi, gitmesi gereken bir işi, yada olması gerektiği gibi insan olma yükümlülüğü var. Kimse kendini bir insan için değiştirmez kolay kolay. Sen de değiştirmezsin ve değiştirmedin de. Benden yana olan beklentilerinin hepsini bir kenara bırakıp bu adam olduğu gibi böyle biri ya ben bu adamı böyle sevmiyor muyum neden denmiyor. Neden hep bir beklenti. 

Uçak bileti aldı benim gelmem için. Gidemedim. 
Çünkü hafta sonu bir projeyi yönetmek zorundaydım. Ve valide sultan geleceğin den onu karşılayıp eve götürmem gerekiyordu. Plan yaptık bende çok istedim ama olmadı. Sağlık olsun ne olacak demek yerine. Bu olayı benim başıma defalarca balyoz gibi indirdi. Bir de bundan da kendine pay çıkardı. Bak ben senin için bilet aldım olm sen ne yaptın :) Al bileti sok.....
Geçen hafta birlikte olduğu o süper adamla da ayrıldılar. Hislerim konusunda yanılmadım. Bir hafta sonra geldi işte karşıma. C.U. da böyle yapmıştı. Ondan bir önceki de :) O da bir hafta sonu salya sümük çok pişmanım demişti. Kime bir ay verdiysem bir hafta sonra geri döndü. İnsan oğlu bu doymak bilmez, istediğinin sınırı yoktur işte. Giderken kırıyorlar insanın kalbini bak sevgilisini demiyorum insanın kalbini diyorum sonra da karşılarına geçip ben seni özledim diyorlar. İnsan hep aynıdır aslında sadece iyi ve kötü insan vardır. Demek ki bana kötü insanlar denk gelmiş diyorum.

Ben yine aynıyım olm. Hiç değişmek istemiyorum birileri için. Beni seven insanlığımla sevmeli. Kaşıma gözüme, parama puluma, bakarak değil. Beni severken bütün beklentilerini bırak bir kenara. Belki beklentilerinin üzerine çıkar her şey de daha güzel olur. Düşünme çok fazla geçmişi geleceği biraz gayba bırak kendini. Heyecan yaşamak istiyorsan sağa sola gitme, bende heyecan yarat kendine. Ben sana yeterim.

Sevgi ve Saygıyla 


25 Aralık 2011 Pazar

Çocukluk...



Sabah gözlerimi hafta içi açtığımdan daha farklı açtım. Telaş yok, acele etmek yok, plan yok. Bugüne dair yapılacak hiç bir şey yok. Kimse benden bir şey beklemiyor. Hayret :) Ellerimi boynumun arkasına birleştirdim ve gözlerimi kar beyazı tavana dikip düşünmeye başladım. Küçüklüğümü, çocukluğumda yaşadığım güzel anıları. Hatta isa ve musa kardeşleri. Mahalledeki en yakın arkadaşlarımdı. Her ne yaparsak yapalım beraberdik. Evimizin önü yemiş ağaçlarıyla doluydu. İncirin den armuduna elmasından ayvasına renk ve lezzet cümbüşüydü adeta. Her gün olduğu gibi yine o gün de ağacın tepesinde organik olarak beslenirken bir den iki kardeş ağacın altında belirdi, başladılar taş atmaya tabii bende taşlardan kaçıyorum büyük bir ustalıkla. Bir iki  üç derken gözümün önünde beliren taş kaşıma isabet etti. Tabi aşağıda müthiş bir sevinç :) Ben odun parçası gibi hareketsiz bir şekilde aşağıya düştüm elimde incirim :) Hemen hastane dikiş falan derken eve geldiğim de cezam hazırdı. "Bir daha ağaç yok sana..." Hep oldu anneciğim :) 


Ufaklığın kıvır kıvır altın rengi sarı saçları küçücük gözleri sevimli mi sevimli. Herkes tarafından sevilen mahallenin göz bebeği. Çok iyi hatırlıyorum doğum günüm de, daha önce hiç görmediğim kalabalığı bizim evde görmüştüm. Çok şaşırmıştım. "Bütün bu insanlar benim için mi geldi yani" diye söylenmiştim. İnsanın kendini değerli hissetmesi kendine olan öz güvenini iki kat arttırır. Bu nedenle mahallede ne zaman gün olsa ben oradaydım. Ablaların teyzelerin kendi aralarındaki muhabbetlerine şahit olur, anlamasam da cinsellik konuları geçerdi yüzüm kızarırdı. Bizi genellikle arka odaya yada çocuk odasına alırlardı. Orada kardeşler topluluğu vardı. Kapıdan gelen her çocuk kardeşimdi benim :) 



Fakat oyuncak yerine elektronik cihazları bozmayı onlarla uğraşmayı daha çok sevmişimdir. Aklımda onları bozup bir kaç parçasını kullanıp başka bir cihaz üretme fikri, ben de "Voltran" dan kalma bir duyguydu sanırım. Ne izlersek, ne görürsek onu yapıyorduk. Kızlar da o dönem ne vardı hatırlamıyorum. Hatırlayan varsa yazsın. (1988) Doktorculuk, evcilik pek bana göre değildi. Saçma gelirdi çocukken bile.




İlk arabamı dört adet teyp' in parçalarından imal etmiştim. Her şey gerçek ve yalındı. İnsanın boş vakti yoktu sanki. Devamlı hayata yönelik yaşamak vardı. Akşamları güzel muhabbetler, birbirinden sıkı dostluklar, arkadaşlıklar, komşuluklar vardı. Ertesi günün heyecanı vardı. Bugün ne yapsak nereye gitsek veya akşama kadar top oynasak.Çocukluk güzel bir zamandı yada eski. 


Şimdi doğduğundan itibaren sen sanal bir dünyanın içersin de kayıt altına alınıyorsun. Facebook zaman tüneli sayesinde doğduğun zaman dan bu zamana kadar yaptığın her şeyi kayıt altına alır olmuş. Bakıyorsun çocukluğunun nerede geçtiğine, facebook, twitter, google,... ve bir çok online oyun ve pc oyunları. 

Gerçek hayatla sanal hayatı bir birine karıştırmış milyarlarca yeni nesil android çocuk. Üretmek yok düşünmek yok. Aklına yer etmek yok çünkü senin için onları yapan sanal uygulamalar var. Sizce bu bizi salaklaştırmıyor mu? Kaç kez araştırdığınız bir konuyu tekrar tekrar google dan arayıp buldunuz, okudunuz ve kapattınız. İsmi neydi yaa ? deyip tekrar tekrar arama yaptırdınız.



Acaba işler tersine mi gidiyor? Yeğenime soruyorum "şu nasıldı biliyor musun?" diye verdiği cevap şu " Ya dayı Google'a yaz çıkar" Gerçekten enteresan. Bellek edinmemize olanak bırakmayan bir zaman biçiminde yaşanır olmuş. Biz mi değişiyoruz yoksa yeni nesil mi anlamadım. Yani büyük biri de değilim ki :) Sanırım bu konuda ki görüşlerinize ihtiyacım olacak. 





Sevgi ve Muhabbetle.


22 Aralık 2011 Perşembe

Mutluluk :)

Dün doğum günümdü. Dün doğdum, bugün başladım yaşlanmaya. Hepimize olduğu gibi biraz daha yaklaşıyorum ölüme. İnsan doğum gününü niye kutlar ki? İyi ki bu dünyaya geldiği için mi. Peki geldiği bu dünyada çok mu mutlu sanki. Mutlu olanlarımız vardır. Hem de en ufak şeylerden. Hiç olmadık zaman da alınan hediye çok mutlu eder insanı. Bazen de ufak ama lezzetli bir şeker de mutlu etmeye yeter bir çocuğu. Aslında bazı zamanlarda insan mutlu olmaktan çok, mutsuzluğunun peşine düşüyor. Bu zaman da bizi mutsuz edebilecek bir çok şey var. Bunların en başında sevgisizlik geliyor. Otobüse bindiğinizde veya bir taksi fark etmez, insanların suratlarına bakıyor musunuz? Ne kadar mutsuz, herkes somurtuyor. Herkesin birbirinden farklı dertleri sıkıntıları var.

Peki ama ne yapmalıyız? Yani evet çalıştığımız şirketteki patronumuz veya bir çalışan bizi mutsuz edebiliyor. İş yerinize girdiğiniz zaman selamlaşmalar bile sahtelikten nasibini alıyor. Dışarıda zaten kimse kimseyi tanımıyor. Ev, eve giriyorsunuz herkes bir başka işle meşgul, baba elinde kumanda kanal zaplarken, anne sanki her zaman orada durmak zorundaymış gibi mutfağında. İçiniz öyle bir dolu ki mutsuzluktan, sıcak bir karşılama size çok iyi gelecek aslında. Eşiniz sizi ateşli bir öpücükle kendinize getiriyor. Mükemmel yemek kokuları burnunuza ulaşmış durumda. Sizi bu durum da mutlu eden şeyler ne kadar basit aslında değil mi.Bir yerden bir yere giderken aklınızdan geçen ama söylemek için müsait olamadığınız şarkı vardır ya hani, işte o durumda kimseye aldırmadan şarkınızı kısık bir sesle söyleyebilirsiniz. Bu sizi mutlu eder.

"Neden bu kadar karamsar bakıyorsun ki dünyaya" diyenler vardır aranızdan, inanın hepimiz böyle bakıyoruz. Birilerinden medet umuyoruz bizi sevsin diye. Birilerine güzel sözler söylüyoruz bize de söylesin diye, çok çalışıyoruz bize zam yapsın daha rahat bir hayat yaşayalım mutlu olalım diye. Sevgiliniz oluyor yakışıklı mı yakışıklı, filinta gibi maşallah yada fark etmez, öyle bir hal alıyorsunuz ki kendinizden o kadar çok ödün veriyorsunuz ki, kendi güzelliğinizi ve değerinizi unutuyorsunuz. Aslında siz dünyada ki en değerli varlıksınız. Aksini iddia eden var mı? Birilerinin bize bir şey yapmasını beklemeyelim. Kendi kendimize de mutlu olabiliriz. Nasıl mı ?Hastaneye gidin. Acile. Oraya gelen hastalara 5 dakika bakın ve derin bir nefes alın. Sağlıklı mısınız? "Evet"

Yaşınız kaç olursa olsun, nefes alıp verdiğiniz sürece mutlu olabilirsiniz. Hayatınızdaki sorunları dert olmaktan çıkarın. Bende böyle bir zaman da genellikle müzik dinlerim, kendimi müziğe bırakırım. Ama öyle beni mutsuz edecek müzikler değil. Mesela en sevdiğiniz ve kendinizi zinde hissettiğiniz bir şarkı açıp dans etmeye başlayın. Şimdi demeyin bana dans iki kişiyle yapılır diye. İşte size iki kişi, biri mutsuz diğeri de mutlu olmak isteyen iki insan.

Dün gerçekten çok mutluydum. Çünkü uzaklardan gelen bir hediye vardı. Gönderen ise eski sevgilim. Yani sevgili bile olamadık ya doğru düzgün :) Onun yüreğine her zaman güvendim. İnsanları kaybetmek evet gerçekten çok kolay ama kazanmak zor dur. Ben zor olanı seçiyorum her zaman için, biliyorum çünkü hissediyorum karşımdaki iyi bir insan. Bugün bunu yapmış olabilir ama başka bir zamanda beni ölümden de kurtarabilir. İşte öyle bir insan eski sevgilim de. Yüreğine teşekkür ediyorum. Her zaman dediğim gibi "beni ben yapan, sevdiğim kadınlardır."

Şimdi Şarkı Gelsin.


Sevgi ve Muhabbetle.

Aşk

Aşkın yaşı yeri yurdu var mıdır?  Sizce aşk sizi yarı yolda bulmaz mı? Aşk bir kapıdan çıkarken herhangi çarpışma değil midir? Aşkı nasıl tanımlarsınız? Ben aşkı şöyle tanımlıyorum. Aşk bence bir heyecandır. Aşk bazen heyecan dan öte bir ayrılıktır. Ayrılık ama bir özleme gebe olan bir ayrılık. Aşk sizin ne ifade eder?
Aşık olduğunuz adam size herşeyi yapsada  yine ona aşıkmısınızdır. Bana aşkı birisi anlatsın. Aşk iki taraflı aldatmadır. Ama aynı yatağa yatmaktır. Bazen sen olur dersen her şey olur. Bazen de olmaz. Aşk adamı ne yapar? Aşk adamı ihanet etmeye zorlar. Aşk inatla büyüyen ama sevgiyle ilerleyen bir yol gibidir. Aşık olan insan ne yaparsa yapsın, aldatsa dahi yine aşkına döner. çünkü aşk döner bir kapı gibidir. Eğer durmazsan dönersin yine aynı yere.

20 Aralık 2011 Salı

Yaşlılık ve Zaman

Merhaba sayın okuyucular. Size iPhone dan yazma fırsatı buldum :)

TRT Anadolu kanalında izlediğim bir program var. (Ömür Dediğin) Yaşlı insanların hayatlarını konu alan bir program. Hayatlarını bir şekilde idame ettirmişler sabırla, saygıyla ve sevgiyle. Onlar bana göre çok şanslılar. Bu kadar zor olan şu hayatta o yaşa gelebilmişler. Hem de hiç ayrılmamışlar. 87 yasında sevdiği kadının yanında olması bir erkeğin duyabileceği en büyük mutluluktur. Kadın ise ne olursa olsun her zaman onu koruyan ve kollayan erkeğinin bir an yanından ayrılmamasının mutluluğunu yaşıyor. Yüzlerde yol yol olmuş izler, zamanın onlar üzerindeki etkisini gösteriyor. Şimdi ayrılmalar boşanmalar o kadar kolaylaştı ki, kimse birbirini umursamiyor bile. Bir zamanlar sevgiyle bakan gözler, bir zaman sonra öfkeyle düşmanlıkla bakabiliyor. Kimsenin sabrı kalmamış, tahammülsüzlük diz boyu. Saygının çöpe atıldığı, sevginin dondurulduğu bu zamanda gerçekten bunun ilerisini düşünmek bile hayal gibi geliyor. Bazen umutsuzluğa kapılıyorum bu yüzden. Acaba ? sorusu geliyor aklıma. Biz bu kadar yaşayabilecek miyiz veya bizi bu kadar seven birileri çıkıp da onunla yaşlanabilecek miyiz. Bu ve bunun gibi bir çok sorunun cevabının da zaman da saklı olması insanı sabır küpüne çeviriyor.

Sevgi ve Muhabbetle.

19 Aralık 2011 Pazartesi

Değer Vermek Yada Vermemek...

İnsanların verdiği değer, kendilerinin gönlünden koptuğu kadardır. Değer vermek yürek isteyen, fedakarlık isteyen zahmetli ve zor iştir. Aslında bunu sadece insanlar için değil nesneler ve eşyalar için de söyleyebiliriz.
Çok değer verdiğiniz bir şeyi paylaşırken paylaştığınız insanı da, verdiğiniz değer ile karşılaştırıyorsunuz. Gerçekten içiniz den geldiği gibi paylaşmak ve bunun sorgusunu yapmamak sizi erdemli insan yapabileceği gibi aynı zamanda sizi bencil bir insan haline de getirebilir. Ne olursa olsun verdiğiniz değerin karşılığında bir şeyler görmeyi saplantı haline getirmeyin. Aksi takdir de bu iş ticarete döner ve belli bir zaman sonra "acaba benim kârım nedir?" diye düşünmeye başlarsınız.
Bazı durumlar vardır, o zaman yapmanız gerektiğini bilirsiniz. Gerisini çok fazla düşünmezsiniz. Fakat daha sonra canınız acıdığın da bunu sorgulamaya başlarsınız. Kendinizi içten içe kemiren, bitiren sorular ve sorunlarla baş başa kalırsınız. Önceliğiniz her zaman için karşılıksız değer vermek ve bir gün mutlaka sizin için de birilerinin bunu yapabileceğini düşünmek olsun. Geri dönüşü muhakkak olacaktır. Keşkelerle vahlarla bu hayatın geçmeyeceğini biliyorsunuz. Sizi siz yapan özellikleriniz her zaman için sadık kalsın. Yani kendinize sadık kalın.Karşınızda ki insan sizi kırmış, incitmiş olabilir. Olabilir çünkü bu hayatta her zaman her şey yolunda gitmeyebilir.Sebep ve sonuç ilişkisini iyi kurmak, kendiniz den önce durumları değerlendirmek ve yaptığınız hatalarınızı veya yapamadıklarınızı gözden geçirip ona göre değerlendirmeniz gerekir. 


Benim de kırdığım incittiğim insanlar oldu. Özür dilemesini bilen biriyimdir. Ayrıca açtığım yaraların ilacının da bende olduğunu bilirim. Ve elimden geldiğince onlara yardım etmek bir şeyleri paylaşmak isterim. Kimsenin kalbini kırmak istemem. Arkamdan tonlarca küfür de etseler, beni bir çok konu da yargılasalar da yine de bir gün ihtiyaçları olduğun da yanların da olurum. Bunu insanlık için yaparım. Hani belki o insan da bir gün bunu bir başkası için yapar. Belki iyi insanları sevmeyi bilir. Yada paylaşmayı. 





Ne olursa olsun bana yararı dokunmuş, ucundan da olsa katkısı olan insanlara teşekkür ederim. Neden bilmiyorum ama o insan var ki aslında ne olduğunun tam da farkında değil. Yapabileceği şeyler o kadar sınırsız ki bunu kendisi için veya başkaları için kullansa ortaya muhteşem eserler çıkabilir. Bir türlü buna inanmayan, asi bir yapısı var. Kimseyi eleştirmek istemem çünkü hayatta herkes kendi evrenin de bir numaradır. Ben beni bilirim benden ötesi yoktur. Benden ötesine sadece saygı duyarım. Yalnız o insanın görüşleri, eleştirileri, fikirleri, düşünceleri benim için gerçekten önemlidir. Nede olsa beni besleyip büyüten o :) Her şey için bir kez daha teşekkür etmek istiyorum ona. Her ne olursa olsun iyi ki var oldu bir yerler de. Evrenin her hangi bir köşesinde.




Sevgi ve Muhabbetle.


18 Aralık 2011 Pazar

Hafta Sonu...




Küçüklükten beri hafta sonları beni heyecanlandırır. Yeni bir gün, insanı neden bu kadar heyecanlandırır ki?Yaşama sevinci diyelim ama hafta sonu denince eğlence ve gezmenin tam tadına varıyorum galiba. İyi bir fotoğraf makinesi siparişi verdim. Bir arkadaşım Japonya ya gidecek oradan getirteceğim. Tabi ki Türkiye de ki fiyatlar malum çok pahalı, yarı fiyatına alacağım. Neden fotoğraf makinesi derseniz, hayatımızda ki bir çok olayı anlatamayız, bazen fotoğraflar anlatır bize her şeyi. Yazmanın yanı sıra çektiğim fotoğraflarla da anlatması zor olan her şeyi size buradan anlatacağımı düşünüyorum. Bu hafta sonu sevdiğim iki arkadaşımla birlikte Taksime gittik. Her zaman ki yer ama inanın ben ne zaman gitsem sanki ilk defa gelmişim gibi davranıyorum. İstanbul sevgimi bilirsiniz. İstiklal de yürüyen onca insan kalabalığı, renkli ışıklar, her yerden gelen müzik sesleri tam bir panayır, festival. Her zaman gittiğim bir yer var "Pendor". İstanbul da olduğum dönemler de ve İstanbuldan sonra da devamlı olarak gittiğim bir yer. Samimi ortamı ve arkadaşlarımın olması benim için vazgeçilmez bir yer haline getiriyor. Dün yine oraya gittik. Her zaman ki gibi kalabalık. Oturacak yer bulmak çok zor. Neyse ki bizim için ayrılmış gibi duran bir masaya oturduk. Muhabbet shotlardan sonra daha da komik bir hale geldi. Uzun süredir bu kadar çok güldüğümü hatırlamıyorum. Ortam ve insanlar birbirlerine uyumlu bir şekilde özenle seçilmiş. İçkiler ona göre sipariş edilmiş ve konuşmalar müthiş akıllı ve zeki insanların ürünü. Bundan daha iyi olamazdı.
Gecenin ilerleyen saatleri başka yerler de farklı sohbetlerle devam etti. Bazen çalan şarkılar da herkes ayrı bir yerlere gitti. Kimi eski sevgilisine, kimi hayatta gerçekleştiremediği ve umudunu kestiği konulara, bazıları da ne kadar şanslı olduğuna. Benim nereye gittiğim malum. Yakın zaman da bir ayrılık yaşadım ve sonu gerçekten  kötü bir şekilde bitti. Bitmesinin bir çok sebebi var. Bu konuya girmek istemiyorum. Çünkü benim için geçmişte kalmış bir mevzu oldu. Herkes için en hayırlısı neyse o olsun. Herkes mutlu olsun. Mutlu olsun ki yeni evrenler de hayat bulalım. Bu arada kuantum işine verdim kendimi. İnanılmaz bir enerji bağıyla sizin kendi evreniniz de mutlu olmanızı sağlayan ve sizi değiştirmeyen fakat sizin değişmeniz için size destek olan bir düşünme tekniği. Tam olarak ifade edemedim bu yüzden biraz araştırmanızı istiyorum :) Geçen günler de Okan'ın programında da konuşuldu. Artık daha olumlu düşünüyorum. Her şey için. Aslında biraz da kitaba borçluyum. İnsanın kafasına dank ettiriyor. Tabi bu bana göre. İlerleyen zamanlar da gelişmelerden haberdar ederim sizi :)

Son günler de en favori şarkım :) Tıklat

Sevgi ve Muhabbetle

15 Aralık 2011 Perşembe

Küçük Bir Kızın Hikayesi...



İnsanoğlunun şuuru ne zaman açılır bilmiyorum ama onun şuuru babası onu terk ettiğin de açıldı. Küçük daha, çok küçük. İlgi ve sevginin çığ gibi olup üzerine düşmesini istediği yaşta. İnsan hayatta anne ve babasına verdiği değeri başka kime verebilirdi? Onlardan da görmek istediği de buydu. Bilmiyordu ki kendisini terk eden adamın aslında onun hayatında koca bir çukur açacağını. Her erkeğin arkasından işte hepiniz böyle gidiyorsunuz diyecekti. O yaşlarda dünyadan bir haberdi belki de hiç bir şeyin farkın da değildi. Kötü bir haber almışçasına ağlıyordu. 


Baba farkı nerede çıkar biliyor musunuz arkanızı bir yere yaslamanız gerektiğin de. Bütün o korkulardan, hayattan yana gelebilecek bütün zorluklardan korunmak, sığınmak için sırtınızı babanıza yaslarsınız. Belki o hayatı boyunca hissettiği korkularının sebebini babası olarak görmedi. Çünkü kendini hep savunmanın içinde buldu. Zorluklara karşı kendisini kabuğuna çeken, çıktığın da ise birilerinin onu yaralayacağını düşünen ve yaralanan bir yürek oldu. O kadar incindi ve kırıldı ki artık hiç bir şey hissedemez hale geldi. Kendini diğer çocuklarla kıyaslar, onların hissettiği baba sevgisini kendinde arardı. Anne ve baba, bir hayata ne derece yön verebilirdi. Evlatlarının geleceğini düşünerek ayrılmadan yaşayamazlar mıydı? Ortada bir sorun vardı. Birinin istediğini diğeri istemiyordu. Neden bir baba kızını sevmez, yoksa o da küçüklüğün de kadınlardan yana korkuya mı maruz kalmıştı. Veya yaptığı evliliğin yanlış olduğunun farkına varıp üzerine sorumluluk almayarak onlardan kurtulacağını mı düşündü. Adamın psikolojisi gerçekten de bir babanın sıfatlarına uymayan cinstendi. Küçük kız okul çağlarında babasının yokluğunu çok aradı. Belki çok uzakta değildi  ama onun kalbinden kilometrelerce uzaktaydı. Aile mutluluğunu, huzurunu, baskını arıyordu her gönülde. Ona yapma denmedi. Ama denmesini isterdi. Annesi ona hem anne hemde baba olarak davransa da onun da kendine göre bir hayatı vardı. Çünkü bir kadının hayatından erkeğin gitmesi farklı olur. Bir yanını kaybeder kadın kendini savunmasız ve zayıf hisseder. Pamuk ipliğine bağlanmış olan duyguları, gözlerin den akan yaşlarla son bulur.


Küçük kız annesiyle birlikte yürürken birden durdu. Annesinin eli hafifçe küçük kızın elinden sıyrıldı. Hava o gün  bir kadının göz yaşları gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Yağmur damlacıklarıyla ıslanmış yüzünü ovuşturdu, gözlerini sildi eldivenin üzeriyle. Gitmekte olan bisiklete takıldı gözü. Bisikletin arka kısmında minderin üzerinde oturan kız, düşmemek için babasına sıkı sıkı sarılmış ve soğuktan pembeleşen yanaklarını onun sırtına dayamıştı.Adamın ara sıra dönerek söylediği sözler, küçük kızı kıkır kıkır güldürüyordu.
Kaldırımdaki kız bisikletin arkasından bakarken, annesi durumu fark edip:
-Evdekiler yetmiyormuş gibi gözün hala bisikletlerde, diye çıkıştı.Ama eğer beğendiysen, baban ondan da alır.
Küçük kız, yumuşak bir sesle:
-Bisiklet değil kıza bakmıştım, dedi. Babası o vaziyette bile kendisiyle sohbet ediyor da…
Annesi, küçük kızı duymamış gibiydi. Onun kürklerle çevrili şapkasını düzeltirken:
-Arkadaşların, bu havada bile okula yürüyerek geliyor,dedi. Halbuki baban, işe giderken de olsa, birkaç dakikasını ayırıp seni mersedesiyle getiriyor.

Kızın gözü yine bisikletteydi.Kadın alaycı bir ifadeyle:
-İstersen baban da seni bisikletle getirsin, diye devam etti. Ne de güzel yakışır, öyle değil mi?
Küçük kız, inci taneleri gibi süzülen göz yaşlarını annesinden saklamaya çalışırken:
-Çok isterdim, diye cevap verdi. Belki de öylelikle, babama sarılırdım…







Bu ve bunun gibi bir çok görüntü de kendi mutluluğunu başka insanların mutluluğu ile karşılaştırdı.
Artık büyüdü o kız. Artık hayatta kim olduğunun farkında. İçinde hala bir eksikliği var ama güçlü. Yaşadığı onca küçük hikayeden ders almış gibi daha sıkı tutunmuş hayata. Belki o bunun eksikliğini yüreğinde fazlasıyla yaşadı, hissetti fakat bunu kendi kızına yaşatmamak içinde söz verdi. 


Sevgi ve Muhabbetle











Rahatlamak...

Selam.



Dün akşam ki Beşiktaş maçından sonra sesimin yeni yeni oturmasının dışında, havanın güzel oluşu ve benim enerjik ruhumun geri dönmesi kadar güzel bir şey olamaz. Bu sabah kendi kendime güzel bir kahvaltı hazırladım. Hani klasik amerikan filmlerin de ki mutlu aile tablosu yoktu ama tek başıma da ben bir aileydim. Ekmekler kızarır, omlet hazır olur sofra gayet düzgün yerleştirilmiştir ve herkes güler. Dün gece geç dönmeme rağmen sabah nasıl enerjik kalktım inanamazsınız. Sanırım dün bütün stresimi attım.

Bir de erkekler için, "futboldan başka bir şey düşünemiyorlar, tek bildikleri spor o" İnanın bana futbol olmasaydı bu ülke de kan gövdeyi götürürdü diye düşünüyorum. Tribün de yanımda ki adam nasıl bağırıyor, nasıl küfür ediyor anlatamam :) Adam da ne borç harç, ne eşiyle olan sorunları, ne ay sonu sıkıntısı falan hiç bir şey kalmadı :) Maç sonrası yakılan sigaranın keyfi de bir başkaymış, birazda terledim ama olsun :) Rahatladım.

İşte dün akşam yazamamış olmamın sebebi de Beşiktaştır. Doğdum doğalı Beşiktaşlıyım. Babaannem Üsküdar'ın boğaza bakan kısmın da oturuyordu. Manzarası muhteşemdi. Kaldığım odanın penceresinden baktığım kız kulesini ve Topkapı Sarayını çok net görebiliyordum. Küçükken ziyaretine gittiğimiz zamanlarda bana forma, flama, bayrak ve bazen de futbolcuların onunla çektirdiği resimlerini hediye ederdi. Onun yanına gitmeyi dört gözle beklerdim. Keşke hep o zamanlarda kalabilseydim. 

Bu sabah işe gelirken, dünden geç kaldığım ve patronla papaz olduğum aklıma geldi. Aslında dün geçirmiştim içimden. Kahrolsun Kapitalist düzen kahrolsun Emperyalizm :) Ruhumda var V olmak. İşe geç gelmek demek dünyanın sonu demek onlar için.  Ne olmuş yani adamın kendi özel hayatında yaşadığı buhranlar, bunalımlar var. Belki başına  talihsiz bir olay geldi. Veya ne bilim yani insan bu, başına her şey gelebilir. Neden bu kadar tepki?
Sonra geç kaldığım saatlerin dakikaların maaşımdan kesileceği söylendi. İşte bu kez içimdeki fırtınalara bir yenisi daha eklendi ve F5 tipi bir kasırgaya dönüştü. Saatteki hızını ölçemezsin bile..Fazla söze gerek yoktu. Düzen buymuş böyle olması gerekiyormuş. İçimden geçirdiğim en yüce dileklerimi kendisi için sarf ettim. 

Veeeee. Bu sabah. İşte bu sabah. Daha üzerinden kaç saat geçti ki bu sabah ya. Saat 08:55 kimse yok? Bu işte bir gariplik var lan ? En ufak elemanı aradım haberi yok. Sonra bir büyüğünü aradım ne dese beğenirsiniz;
-Abipatronkazayapmış a.q !!
-Hö ??? Kaza mı yapmış nerede nasıl?
-Abiotobangirişininordaolmuşhasarbüyükmüş a.q!!
-Anladım gelirken sigara al bana...
-Tamamabi a.q...


Şimdi sigara yakıp bir nefes alıyorum. Biraz terledim ama olsun :) Rahatladım.






Kaza yapmasını istemezdim ama demek ki ona kesilen ceza da buymuş. Bunun gibi bir çok olay var başımdan geçen. Her defasında mutlaka bir zarar geliyor. Korkuyorum kendimden bazen. Hislerim çok kuvvetli sanırım:)

Hepinize sağlıklı ve kazasız günler diliyorum.

Sevgi ve Muhabbetle.


Yine de sosyal mesaj vermeden edemiyorum :) Sigara içmeyin....

13 Aralık 2011 Salı

Deve Kuşu ve İnsan.


Bazen o kadar dalıyorum ki dünya meselelerine bir anda unutuyorum nereye gideceğimi :) Ya biz haydan gelmedik mi tekrar huy a gideceğiz. Nedenini çok iyi biliyorum aslında. Bende ara sıra olan duygu yumağıdır bu. Hep çözmek isterim bazen çözülür sonra tekrar düğüm olur. Hissiyatlarıma kapılıp, nefsani duygularla hareket ederim bir dönem. Yaptığım en büyük yanlıştır bir insan olarak. Gerçekten de bu böyle bazen deve kuşu olurum ben :) Nasıl mı?


Önceliğimi şaşırdığım an benim için felaket zinciri alıp başına gidiyor. Çevremdeki insanların bunda etkisi vardır fakat yine de ben ben olmalıyım her zaman. Aslında mutsuzluğumu bir nebze bastırsın diye beynimi uyuştururum. Bu alkol de olabilir, her hafta sonu yada her gün gidilen bir barda olabilir veya bir kız arkadaşı da olabilir. Mutsuzluk nereden geliyor peki? İnsan hayatı boyunca devamlı mutlu olmayı diler. Ayrılanlar birbirlerine bazen de kavuşanlar için söylenir. Bazen bir sevgili de arasın mutluluğu bazen de gittiğin bir yer de. Bazen seversin mutlu olursun. Bazen ayrıldığında. Bazen iyi bir işin olur, çok para kazanırsın paranın verdiği mutlulukla avunursun. Bunlar sayamayacağım kadar çoktur.Ama şu var ki hepimizin unuttuğu, "Ölüm". Bu kesin ve gerçekleşecek olan bir şey. Yani kurtulma ihtimalin söz konusu değil. Ne kadar korkunç bir konu değil mi? Yarın bir gün diğer tarafta mutlu ve huzurlu bir yaşam süreceğini biliyorsun. Yada tam tersi yanacağını. Bunları bile bile dünya da ki mutluluğu arıyorsun. Peki dünya da seni en çok ne mutlu eder ? Ne seni kaygı da bırakmaz? Aşkın mı? Sevgilin mi? Annen Baban mı? Okuduğun kitaplar mı? Yediğin güzel bir yemek mi? İçtiğin içki mi? Ettiğin küfürler mi? Düştüğün o boşlukta tutunduğun başka bir insan mı? Bunların hepsini sonsuza kadar sürecek mi sanıyorsun? Tabi ki değil. Ne zaman hislerimiz aklımızın önüne geçiyor, işte o zaman mutsuzluğumuz başlıyor demektir. Deve kuşu örneğini verdim şu yüzden, Deve kuşu dışarıdan gördüğü tehlikeler veya korktuğun da kafasını kuma gömer ve tehlikeyi, korkuyu görmezden gelir. Ama gövdesi dışarı da kalır. Ve avcılara yem olur. Ben de bazen kafa mı kuma gömüyorum. Gerçek mutsuzluğumu, korkularımı, ölümü görmezden geliyorum. Halbuki en rahat insan kafasını hiç kuma gömmeyen insandır. Çünkü bilir ki gerçek mutluluk bu dünyada ki hislerimizin üzerindedir. Bu yazı vaiz gibi oldu. Şimdi sıkılanlar hadi oradan lan s...tir çekenler bile vardır :) Ben kime ne yanlış yaptıysam kendi düştüğüm yanlışlardan dolayı yaptım. Bir insan üzdüysem bunu ben yaptım. O değil. Birileri mutlu olsun. Bırak abi niye uğraşıyorsun. Yani senin ebedi bir mutluluk bekliyor. Nedir bu mutsuzluğun?
Sizleri kırdığımı düşünüyorum. Öyle veya böyle. Bence hepsi saçma sapan nedenlerden ve olaylardan dolayı.
Bunların hiç birine gerek yoktu. İşte ben benlikten çıktığım için bu olaylar benim başıma geldi ve bundan dolayı kendimi kolay kolay affedemeyeceğim.  Siz ister sevişin, ister mutlu olun, istemeniz de mutsuz olun. Beni gram ilgilendirmiyor. Bu saatten sonra arkam da iki yaşlı göz, ettikleri küfürleri, mutsuz oluşlarını, benden dolayı bir şikayette bulunmalarını istemiyorum. Ben ben olmalıyım her zaman. Kadını yoldaşım gibi sevmeliyim. Beni mutsuzluğa sürükleyecek bir vasıta olarak değil. Ona öyle saygı duymalıyım ki ara sıra yüzüme tokat attığın da gıkım çıkmamalı. Erkeğe düşer falan da değil bu kadına düşen. Belki de artık dur demeliyiz ne dersiniz? İşimize gücümüze bakmalıyız :) Bu arada sevdiğim bir arkadaşımın hediye ettiği bir kitap var onu okumaya başladım. Levh-i Mahfûz. Geç kalınmış ama neden kalındığını bana anlatan bir kitap. Teşekkür ederim.


Şarkıyı unuttuğumu zannetmeyin :) İşte şarkı

Hepinizi eyfel kulesinin önün de, sanki ondan daha büyükmüş hissi veren fotoğrafı çekme çabasındaki insan gibi seviyorum.

Sevgi ve Muhabbetle.

This is Your Life...

Yeni yepyeni bir baharı karşılamak üzere pencereden dışarı çıkardım başımı. Evet daha bahar gelmedi ama gelecek. Kimse aksini iddia edemez ki. Belki de bu gönlümdeki bahardır. Aslında insan dediğimiz varlığın da mevsimleri var bence. Ben şimdi yavaş yavaş bahara yaklaşıyorum. Bazıları ise hep sonbaharda. Bazıları da kara kışın, soğusun, buzun, karın içinde. Belki de üzerine sağanak halin de yağan yağmurun altında. Kimisi de yazın tadını çıkarıyor hiç sonbahar gelemeyecekmiş gibi. Kimsenin umurunda değil bazen kendilerinin ta kendisi. Hayatlarının kaçıncı kilometresin de hangi yollarda olduğunun. Bir dönüp bakın kendinize. İstemeden girmiş olduğunuz ana rahminden çıkarken ne umutla çıkabilirsiniz ki. Önünüze sunulanın şükrüne varıp her geleni yediniz. Yemek de zorundasınız aslında. Çünkü hayat bizlere istemediğimiz şeyleri sunmakta o kadar cömert ki bazen kabullenmek bile bize güzel geliyor. 


Birileri iki erkeği bir den sever. Bir diğerini diğerinden ayıramaz. Birine yalan söylese diğerine karşı vicdan azabı duyar. Ama bazıları vardır bu işte kendini o kadar akıllı zanneder ki karşındakini kandırdığını düşünüp onun üzerinden plan yapar. Bu anlaşılmayacak bir mevzu değildir. Zafere giden her yol mübahtır. Mutlu olmanın planlarını yapanlar, zannediyorlar mı ki geri de bıraktığı mutsuzluğun üzerine mutlu olacaklar. Aslaa !! Mutluluğun peşinde giderken ezdiğin kırdığın insanların da bir kalbi var olduğunu hiç bir zaman unutmayacaksın. 


Her bir ayrılığın bendeki etkisi büyük olur. Neden bu kadar büyütürüm bilemem. Aslında ben ne kaybettim diye hayıflanmam aksine ne kazandım diye bakarım. Her ilişki sonrasında kazandığım, gücüme güç kattığım bir çok şey var. Her seferin de başıma balyoz gibi inen, yaptığım hatalarımın bileşkesi olarak bana verilen öğütleri, bir kez daha göz ardı etmemek üzere yine yazı beklerim. İnsanı pişiren ve olgunlaştıran da bu ya. Çektiğin acılar, sıkıntılar. Hiç gördünüz mü mutluyum ama bir daha ki mutluluğum da daha dikkatli olacağım diyen birini. Hayatta her şeyin gelip geçici olduğunu biran unutsak, aklımıza ilk gelen ölüm olur. Aslında en büyük derstir ölüm.


Bugün kendisine gerçekten saygı duyduğum biri var. Ben onun gözlerine çok fazla bakamıyorum. Gözlerinin içi o kadar güzel gülüyor ki meleğin, ben o gözlerin karşısında eziliyorum. Yanaklarım kızarıyor nefes alamaz oluyorum. Hemen kaçıp gitmek istiyorum karşısından. İçten içe beslediğim bir sevgi var ona karşı. Anlatması zor. Onun da kendine göre bir hayat hikayesi vardır. Mutsuzluğu, umutsuzluğu, sevdiği ama terk edildiği yada terk ettiği insanlar. Hayatın da en çok değer verdiği insanların kaybı. Onu da o yapan bir çok neden var aslında. Ben daha o kadarını bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var, gözlerine bakamadığım :) 


 Bir gün beni gerçekten sevecek birisinin olduğunu biliyorum. Öyle tadıma bakmak için değil. Yada gönül eğlendirmek yada eskileri unutmak için değil. Gerçekten gönül den sevebilecek biri. Bekliyorum o günü. Belki de ben hep sonbahar insanıyımdır. Hani olur ya altı ay kış altı ay sonbahar. Belki de bu mevsim de sevilecek biriyimdir. Beni mevsimim ile beraber sevebilecek bir güneş vardır belki. Hayattan yana tek beklentim bu. Eğer bunu da kaybedersem artık hayatta kalmamın da bir sebebi olmaz. Bu akşam çok kasvetli yazı yazdım farkındayım. Ama bazen de insanın bu kasvete ve hüzne ihtiyacı oluyor. Gelecek için umutlarını yitirmemek adına, büyük sıçrayış için geri adım atmak gibi. 




Hepinizi saygı ile selamlıyorum. Şarkınız burada


Sevgi ve Muhabbetle.





11 Aralık 2011 Pazar

Yalnızlık...

Yalnızlık veya yalnız kalma bir insanın boşluk duygusuyla karışık kendini dünyadan kopmuş hissetme duygusudur. Yalnızlık arkadaş eksikliğinden veya başkalarıyla birlikte olma arzusundan daha da öteye giden bir duygudur. Yalnızlık çeken insan kendisini toplumdan kopmuş hisseder. Başka insanlarla anlamlı bir iletişime girmekte zorluk çeker. Yalnızlık çeken insan içinde bir boşluk veya kopukluk hisleriyle doludur.
Yalnızlık duygusu sıradan bir yalnız olma halinden değişiktir. Bazen insanlar bilinçli olarak tek başına kalmayı tercih ederler ve yalnız olmaktan zevk alırlar. Bu yalnızlık duygusundan farklı bir durumdur. Yalnızlık duygusu istek dışı bir yalnız kalma durumundan dolayı ortaya çıkar. Yalnızlık duyan insan terk edilme, dışlanma, depresyon, güvensizlik, umutsuzluk, anlamsızlık, değersizlik ve kızgınlık duygularıyla doludur. Kendisinin hiç kimsenin sevgisine değer olmadığını düşünür, o yüzden de sosyal yaşamında zorluk çeker. Bu durum yalnızlık duyan insanın diğer insanlarla sağlıklı sosyal ilişkiler kurmasına sekte vurabilir. (Wikican)

Siz de kendinizi bu tanıma yakıştırıyorsanız yalnızsınız demektir. Bizi tanımlayan şeylerden biri de yalnızlıktır. Yazımı okumadan önce BU şarkıyı açmanız tavsiye olunur.

Hepimiz bir dönem yalnız kalmışızdır, bazılarımız hep yalnızdır. Genellikle bize koyan şey gidenin arkasından ah vah edip şimdi ne oldu lan iyimi oldu al işte yalnız kaldın demek. Bazılarımız içinse hayatta en değer verdiği kişiyi öyle veya böyle kaybeder onu özler, taki kendini yalnız hissetmeye başladığı güne kadar. Ondan sonra öyle bir alışır ki yalnızlığa hayattaki bu gerçekten zevk alır hale gelir.  Şuan birilerimiz yalnızdır. Yalnız olduğun da evde neler yapılır. Ben mesela güzel bir yemek hazırlarım kendime. Bir masa iki tabak iki kadeh ve güzel bir şarap. Her şeyi eşit bölüştürürüm. Bir kendime doldururum şarabı bir de yalnızlığıma. Bazen karşında biri varken de yalnız hissedersin. Onu düşünürsün, aklına takılır. O konuşur ama duymazsın çünkü yalnızsındır ve onu özlemişsindir.
Hayatta hep yalnızız aslında. Bir gün herkesin gittiğini düşünürsek ki bu biz gitmeden önce olursa,
o zaman hayata daha sıkı sarılırsın. Bütün zorluklarla tek başına savaşırsın. Bazılarımız bunu çok küçükken yaşar. Varlığından haberdar ama yalnız bırakılmıştır. İçinde hissetmek istediği ne varsa onu başka başka insanlarda arar durur. Yada bir kedi de yada bir çiçek de yada içki de yada İstanbul da.
Halbuki hep yalnızdır ömür boyu. Hayatlarımızdan giden insanlar için bir Fatiha okuyalım ne dersiniz.
Kaç insan vardır yalnızlığını gidermek için başka yalnızlarla tanışmak isteyen. Onları kendi yalnızlığı ile karşılaştıran.
Yalnız bazen huzurdur, bazen korkudur, bazen korktuğudur kaçtığıdır. Aslında yalnızlık arayıştır. Kendini bulma arayışı. Yalnızlık öğretir insana bilmediklerini, başka insana nasıl muhtaç olduğunu, çünkü insan sosyal bir varlıktır ve istese de kopamaz diğer insanlardan, muhtaçtır onlara. Nedeni de basittir, yaşamı değerli kılan şey onu paylaşabilmektir. Bazen insanın sığınadır yalnızlık Kaçmak ister, tek çıkış yolunun bu olduğunu düşünür. Onlara da hak verelim sayın okuyucular. Çünkü çok korkutuldular, çok incitildiler, çok kızdılar ve çok bıktılar. Bu yüzden huzuru da yalnızlıkta buldular. Fakat yalnızlıklığın şöyle bir tarafı vardır. Çok sıcakken yalnızlığın kolları size soğuk gelir. Ferahlık verir. Ama sonra sizi dondurmaya başlar devam eder ve sonunda bir şey hissedemez hale gelir ve ölürsünüz.
Yalnızlık bir çöle benzer belki de. O uçsuz bucaksız kumlar senin için bir şey ifade etmeyen ve senin de onlar için bir şey ifade etmediğin insanlardır. Ancak o çölde bir yerlerde yeşil bir vaha vardır ve o vaha insanın yalnızlığına son verecek olandır. Ancak o vahayı bulmak için önce o çölü aşmak gerekir, çünkü çöl vahayı anlamlı kılandır. Bunu yazan bir insanın akli dengesinin yerinde olup olmadığını sorgular gibisiniz farkındayım.

Ünlü bir düşünürün dediği gibi "Yalnızlık çekeni en iyi yalnızlığı yaşayan bilir." Eğer yalnızsanız ve birini arıyorsanız yalnız olan birilerini bulun. Bunun için bir gün yalnızlar partisi de verilebilir.
Bazen de yalnızlık paylaşmamaktır. Mutluluğunuzu sevincinizi üzüntünüzü. Aynaya baktığınız da sadece kendinizi görürsünüz. Bir başkasına baktığınızda ise onun gözlerin de ki sevgiyi korkuyu endişeyi mutluluğu sevinci üzüntüyü görebilirsiniz. Ve onunla paylaşırsınız her şeyinizi.  Bu kötü oldu. Siz siz olun çok fazla yalnız kalmayın. Çünkü yalnızlık sadece size özel bir şey değildir.

Yalnız olanlar için bir şarkı daha ŞARKI

Hepiniz iyi bakın kendinize.

Sevgi ve Muhabbetle.


Göremediklerimiz...





Hafta başından beri içimdeki huzursuzluğu üzerimden atamamıştım. Ne olup bittiğini ruhumu dışarı alarak görebildim. Aklımdaki düşünceler, içimdeki kırıklıklar, umutsuzluklar hepsi bir araya toplanmış, beni benliğimden çıkarmıştı. Aslında bir rutini olması gerekiyor insanın. Sıradan ve basit şeyler. Bunların dışına çok çıkmaması gerekiyor. Ben çıktım ve hata yaptım.

Bu yaz tek başıma, geçmişimdeki izleri biraz olsun silebilecek daha yeni daha mantıklı düşünebileceğim hale getirebilecek bir tatil düşünmüştüm. Yalnızlık her yerde olsun istedim. Çünkü o kadar küstüm ki hayata, sevmemeye yemin ettim anlatması zor. Hayatım da ilk defa uzun metrajlı bir film setinin içinde bulmuş ve bu hayatımın fırsatıymış gibi oynadım. Rolümü o kadar benimsedim ki kendi hayatımı bile artık unutmuştum. Bazılarına göre yaşadığım şeyler bir insanı o kadarda bunalıma sokacak, bilmem ne kadar ilaç kullanılabilecek hayatını zindan edilecek şeyler değildi. Dışarıdan bakınca nasıl görünüyor çok merak ediyorum. İnsan bu zamanlarda her şeyini verebiliyor. Maddi ve manevi pek fazla düşünmüyor. Aslında bir yatırım yapıyorsunuz. Emek harcıyorsunuz ve karşılığında bir ürün alamıyorsunuz. Bence bir insanın en büyük mutsuzluğudur bu. Hayatımda sevdiğim kadınlardır beni ben yapan. Onlar sayesinde piştim, olgunlaştım. Biraz sevmeyi, biraz nefret etmeyi ve biraz da aşkı. Hepsi bir şeyler verdi, sonunda hak etmediklerini alıp götürdüler. Ve hiçbir zaman da gerçekte onları ne kadar sevdiğimi göremediler. Bazen düşünürüm acaba ben gerçekten çok kötü bir insan mıyım? diye. Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğun da kendimi sorgularım eksik bir şey mi yaptım.. Sonra üzülürüm benim yüzümden oldu diye. Yıllarca bu hep böyle oldu. Ve o tatilde gördüğüm kız benim bu zamanlarımın son dönemine denk geldi. Artık .............yapmayacağım biri için dediğim zamana denk geldi. Aslında oturması kalkması, konuşması, sevecenliği ile inanılmaz etkilemişti beni. İşte yalnızlığımı biraz olsun paylaşabileceğim biri. Olm ben bu kızla yazışabilirim. Hani o filmlerde veya kitaplar da yazıldığı gibi anlatıldığı gibi biri. Ben ona yazardım o da bana. Belki aramızda güçlü bir bağ oluşabilir belki tekrar görüşebilirdik. Ama daha sonra benim her zaman çalışan süper ötesi beynim ne olduysa bu doğrultunun dışına çıktı. İşte duygulara yenilmek böyle bir şey. Ondan çok önceleri yani tatile çıkmadan önceki zamanlarım da nasıldı ne oldu diyor. 


İstanbul'un  insan ve araç trafiği bakımından en kalabalık olduğu bir semtinde oturuyordum. Evim çok ahım şahım bir yerde değildi ama merkezi bir yerdi. İstediğine istediğin saatte bulabileceğin bir yer. Evin yeni ve temiz olması beni cezbetti ve kiraladım. Temizlik konusunda ve böcek konusunda hassasımdır biraz :) İlk önce bir yatak aldım kendime daha sonra bir dolap. Sonra diğer eşyalar sırayla sanki benim yalnızlığıma arkadaşlık edecekmiş gibi geldiler. Bu arada eski patronumu da unutmamam lazım. Koltuk takımlarını ve kitaplığını bana verdi. Bu zamanda olan saçma sapan mobilyalar gibi değil ha, eski ve inanılmaz rahat koltuklar. Perdeler halılar sehpalar derken tam istediğim gibi bir ev olmuştu. İçinde huzurla yalnızlığımı geçirebileceğim bir yer haline geldi. Aslında o eve girdiğim de kendimi dışarıdan gelebilecek bütün kötülüklere izole etmiş gibi hissediyordum. Kitap okuyup yazarlık üzerine neler yapabileceğimi düşünüp sıkılıp biraz alkol alıp tekrardan başladığım bir çok zaman vardı bu evde. Gecenin kaçı olursa olsun eğer canım sıkılıyorsa hemen kendimi sokağa atardım. Hayat gerçekten sokaklarda. Bir sokağın içinde yüzlerce hikaye var. Bazıları yaşanmış bitmiş, bazıları hala devam ediyor. Sokağın başındaki ayakkabı boyacısı ile biraz muhabbet edip biraz ilerde masa da oturan, birasını yudumlayan şair amcaya kadar. Bazı akşamlar da tinerci arkadaşlarla geçmişten gelen anne baba kavgaları ayrılıklar üzerine söyleşi yapıyorduk. Tabi bu ortamlarda herkesin birası benden. Severdim insanların hayat hikayelerini dinlemeyi onların dertlerini, sıkıntılarını, neler yaşadıklarını, hayatlarının hangi dönemin en mutlu olduğu günü saati zamanı ve yeri öğrenmek beni onların yaşadığı zamana götürüyordu. Bir şekilde dışarıda kendimi yalnız hissetmem için gerekli bir çok done vardı. Çünkü beni kimse anlayamazdı. Seni çok iyi anlıyorum deyip kafasını aşağı yukarı sallayan abiler ablalar adamlar kadınlar oldu. Ama bir insanı anlamanız için onun içine girmeniz gerekiyor. Yani o olmanız gerekiyor. Bunu dünya üzerinde yapabilecek kimse yok. İşte o günler de C.U  çıktı karşıma. 


Hafta içi iş çıkışı yine aynı yere gittim. Her zaman takıldığım laklak yaptığım bir bar. Bir kız arkadaşım vardı H.S. Kendisi G.Ü. de okuyordu. Ve maddi anlamda sıkışık ailesinden para istemeyen hayatta kendi başına ayakları üzerinde durmak isteyen genç bir arkadaşım. İşte onun için her zaman gittiğim yere bir garson aranıyordu. Küçük ve samimi bir yer olduğundan orada onun başına bir şey gelmezdi. Bara gittiğim o gün onun için konuşacaktım. Fakat barda duran kız benden önce davranıp kızın işini çoktan kapmıştı bile. O kadar sinir olmuştum ki anlatamam. İşte o kız C.U. Daha sonraki takipler buluşmalar sonucunda birlikte olmaya başladığım kız. Hayatımı s..ken kızlardan biridir. Özellikle tutulmuş, işinde çok iyi, hayat s..cileri. Sonradan niye böyle söylüyorsun o zaman aklın neredeydi diye soranlarda var tabii. Hepsine saygı duyuyorum. Fakat şunu bilmiyorlar, insan içinde bulunduğu durumu bazen yanlış değerlendirebiliyor. Buna etki eden bir çok faktör var. İlk önceliği de duygular. Ve sevgi o kadar büyük olunca bir çok zararlı şeyi görmezden geliyorsun. Top oynamak uğruna açılan yaralar sıyrıklar gibi. O an da değilde eve gittiğindeki ağrılar kanamalar gibi. 


D.N. Yani tatilde tanıştığım sohbeti de kendi gibi güzel mail arkadaşım. Ama olmadı, duramadık. Sonumuzun geleceğini bile bile. İki kırık kalp birbirini saramaz. Bir diğeri diğerine dokunsa acıtır canını. Bizimkisi de o misal.Bundan sonraki yazılarımdan ondan çok bahsedeceğim. Çünkü hayat hikayesi beni gerçekten etkiledi. Ve onu yazacağım sizlere. Anlatması zor olan bir çok şey var hayatımda. Hayatlarınız da. Anlatmak istediğim ama yerinde bulamadığım. her şey için buradan yazacağım. 


Sevgi ve Muhabbetle

10 Aralık 2011 Cumartesi

Güzel bir Şiir

Ne dünden razıyım ne de bugünden 
Yaşanmıyor böyle anlatması zor 
Umudum kalmadı gelecek günden 
Çekilmiyor böyle anlatması zor 

Bir kere sevmezmi insan gönlünce 
Bir kere gülmezmi insan ömrünce 

Bu nasıl bir kader benim peşimde 
Yaşanmıyor böyle anlatması zor 

Huzurum mu oldu bugüne kadar 
Her aldığım nefes ömrüme zarar 
Allahım canımı bir an önce al 
Yaşanmıyor artık anlatması zor 

Bir kere sevmezmi insan gönlünce 
Bir kere gülmezmi insan ömrünce 
Bu nasıl bir kader benim peşimde 
Yaşanmıyor böyle anlatması zor
Kalbin kadar temiz bu sayfayı bana ayırdığın için sana teşekkür ediyorum canım arkadaşım.
Samimiyetle söylüyorum, mutlu olmanı dilerim.

evet, bi ara gel, dilerim.. 

:)
öptm