25 Mayıs 2012 Cuma

Eskiden...

İnsani değerlerimizi yavaş yavaş nasıl yitirdiğimizi anlatan fevkalade bir yazı. Mutlaka okumanız temennisiyle. 
Bizim çocukluğumuzda annelerimiz çalışmazdı. 
Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım. 
Hatta Babamın bile anahtarı yoktu. 
Annem evimizin bir parçası gibiydi, hep evdeydi.
Her yere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki.....

En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı.
Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani.
Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık.
Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, oynaya, zıplaya yürüyerek gelirdik.

Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi.
Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık.
Annelerimiz bu durumu bildiklerinden kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi.
Mahallemizdeki teyzeler Annemiz gibiydi.
Susayınca girer evlerine su içerdik.
Ya da pencereden bize bir sürahi bir bardak uzatırlar, hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik.
Kısacacı evine gidip gelen elinde mutlaka yiyecekle dönerdi.
Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi.
Bu bazen bir kurabiye, bazen bir meyve olurdu.

Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık.
Çok garip ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi.
Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştırırlardı bizi...
Polisler gelmezdi kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı.
Sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile olmaz,
onlar nedir bilmezdik bile, asla kanla falan da bitmezdi, 
en fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık.

Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık.
Misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop kapmazdık.
Azar işitip, acillere taşınmazdık. 
Düşerdik ekmek çiğner basarlardı alnımıza, oyuna devam ederdik. 
Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik.

Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim.
Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki. 
Komşumu tanımıyorum ama evinin camında, 
temizliğe gelen kadını haftada bir görür kolay gelsin der konuşurum.
Onun dışında orada kim oturur hiç bilmem.
Evimizi kendimiz temizlerdik, kapı silmece ; 
bilmem kaç kuruş hepimizin elinde bezler güle oynaya bitirirdik işleri.
Evlerimiz var, içinde yaşayan yok. 
Parklarımız var, içinde oynayan çocuk yok.
Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, 
ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar...
Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz..

Tahta iskemlelerimizde oturan yaşlılarımız, 
onlara dede, nene diye hatırını soran çocuklarımız yok oldu.
Ben kapılarında ' vale ' lerin, ' bady ' lerin beklediği yerlerden hep korkmuş çekinmişimdir.
Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp, 
taksidini bitiremediği arabanın anahtarını, hiç tanımadığı birine vermek ters gelir bana.
Benim değildir bu kültür. Ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder.
Nedir bunlar? 
Reklamlarla desteklenen beyni, ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk.

Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk.
İyi de neden böyle olduk ? 
Biz mi istemiştik? Yoksa birileri mi böyle istedi?..
"Her toplum hakettiği gibi yönetilir" derler ya, hakettiği gibi de yaşar diyelim mi ?

6 Mayıs 2012 Pazar

Bazen Prenseslerde Kurtarır.

Hafızanın ve beynin dumura uğradığı bir halde yatağa yattım. Üzerimdekileri çıkarmamışım bile, kesilen bir ağacın düşmesi gibi yatağa öylece düşmüşüm.Neler olduğunu hayal meyal hatırlıyorum. Işıklar gidince bir ışık kaynağı ararsın, yada kelebekler gibi ışığı bulduğunda yana yana ona koşarsın. Dünyalar tatlısının beni dün gece bulması gibi bende ona koştum. O benim ışığımmış meğerse. Aldı beni elimden tuttu, evine getirdi. Zaten bir tek onu hatırlıyorum. Biraz daha geçse vakit, olduğum yere yığılır bir arkadaşımı arar yada arayamadan sızar kalırdım. Bu hallere neden düşüyorum onu da bilmiyorum. İçimden sadece içmek geliyor. Bu kadehimi de onun için kaldırıyorum, şu kadehimi o vefasıza kaldırıyorum ve son kadehi kendime saklıyorum. Belli bir yaşa gelmiş biri olarak hala bazı şeylerin farkında değilmişim.Bazen çocukla çocuk bazen de büyük insanlarla çocuk oluyorum. Bir şeylerin üzerine giderken sonunu çok fazla düşünmüyorum Dibini görmek istiyorum, sonumu. Bunun ne kadar süreceği de umurumda değil sadece yaşıyorum.Aklını başına al diyorum bazen ama uslanmıyorum. Bu durumdan da sıkılabilirim belki ama daha var gibi gözüküyor.
IŞIK
Ben ışığımla daha önceden tanıştım zaten hatta bir ayrılık da yaşadık fakat birbirimize kötü sözler söylemeden sessiz ve usulca olmuştu. Tekrar karşılaşır mıyız veya tekrar görüşür müyüzü hiç düşünmedim.
İyi insanlar olduğumuzu biliyoruz fakat iyi insan olmak yetmiyor bazen. Mutlaka bir tarafın iyi diğerinin de kötü olması gerekiyor. Bir tarafın deli diğerinin akıllı olması gerekiyor. Yada birinin yalancı diğerinin saf olması.Bu hep böyle. Ne ben ona yalan söyleyebildim nede o bana. Bir gram eksiklik yoktu aslında aramızda. İkimizde birbirimizin kopyasıyız. Belki de bu yüzden yürümedi. Aramızda dört yaş var. O benden büyük :) Büyük ama hiç öyle durmuyor. Ne yaşının getirdiği efendiliği nede o yaşa ait yapması gereken şeylerin hiç biri yok onda. Ayrıca çok güzel bir kadın. Gayet çocuk. Bir de inanılmaz içten ve sevecen. Aklından bir gram kötülük geçmiyor. O kadar saf ve temiz ki anlatamam. Bence o her şeyi hak eden kadınlardan . Aslında hepsi için aynı şeyi söylemek yazmak isterdim fakat bir elin parmakları gibi herkes farklı. Kimseyi bu yüzden suçlayamam yada yargılayamam. Hikayenin sonunda prens, prensesi kötü canavardan kurtarır ama bu hikayede tam tersi oluyor sanrım. Bir prens için kurtarmak, sonunda mutluluk verse de, kurtarılmak da aynı prens için mutluluktur. Bazen böyle kadınlarda oluyor biz erkeklerin hayatında. Öyle kadınlar ki bunlar elleri öpülesi. Alır seni adam eder. Çeker kulağını yaramazlık yaptığında. Zamanla anlarsın onun nedenlerini. Sonra saygı duyarsın prensesin prensine duyduğu o minnettarlık gibi. O senin kahramanın olur. Bence her erkek biraz prensestir :) Ne oluyor ulan ne prensesi erkekliğime bok sürdürmem ben demeyin. Bir çok şeyin erkeğe düştüğü bu toplumda arada kurtarılmayı bekleyen, üzerindeki sorumluluğu bir nebze olsun alacak, annesinden sonra onu tekrar hayata getirebilecek kadınlar ararlar. Bence bu tip erkek sayısı 'Ben delikanlı ve çok erkeğim' diyenlerde dahil milyonlarcası var. Bir kadın için erkek tarafından sevilmek, korunmak,sahiplenmek kesin ve kesin beklenen ve özlenen duygulardır. Peki aynı şeyi bir erkek bekleyemez mi? Erkek ne ister bu konuda? Ağzı yanan kızlar, 'Onların tek istediği seks başka bir şey değil hayvan herifler' dediğini duyar gibiyim. Adamı adam eden bazen sevdiği kadın oluyor. Demek ki bazen bir erkeğinde istekleri kadınlar gibi olabiliyor. Neyse bu konuya daha fazla girmeyeceğim.
Ne desem şimdi olmuyor bir kalıba sokamıyorum onu. O benim hep ışığım olarak kalsın. Ne bir sevgili, ne bir arkadaş ne bir dost. Dedim ya bazen prenseslerde kurtarır :)

Sevgi ve Muhabbetle.